Batıda gelişen Rönesans ve Reform ile büyük bir aydınlanma gerçekleşirken bu aydınlanma ile birlikte sanattan askeriyeye kadar birçok konuda yenilikler yapıldı. Bu yeni adımlarla beraber coğrafi keşifler ve onun sonuçları gerçekleşmeye başladı. Coğrafi keşiflerle Batı gitgide zenginleşirken Osmanlı ne yazık ki coğrafyanın önemini kavrayamayıp bu yarışta başarılı olamamıştır. Bunun gibi etkilerle birlikte, Osmanlı’nın süregelen askeri galibiyetleri 17. yüzyılın sonuna doğru sekteye uğrayacak ve Osmanlı gerçek anlamda yenilgi ne demek onu öğrenecektir.
Osmanlı, yenilgiyle tanışmasıyla beraber bu sorunun nedenini araştırıp ıslahat ve “batılılaşma” hareketlerine ilk olarak ordu ile başlayacaktır. Bu önemli bir noktadır. Yani Türklerin batılılaşması-modernizasyonu ordu ile olmuştur.
Şunu belirtmek isterim; Türkler, tarih sahnesinde daima yeniliğe ve değişime açık bir toplumdur. Tarihe baktığınız zaman, farklı coğrafya ve farklı unsurlara sahip bölgelerde her zaman farklı bir Türk topluluğu göreceksiniz. Yani Türkler bulunduğu coğrafyaya hızlı bir şekilde uyum sağlamayı biliyorlar. Asya’nın eteklerinde “atçılığın kitabı”nı yazan Türkler; Anadolu’nun topraklarına ise hemen uyum sağlayıp piyade ordusuna geçiş yapabiliyor. Biliyorsunuz, Osmanlı Ordusu piyade ordusudur. Asya’daki Türkler ise hiçbir şekilde piyade olmayıp atlıdırlar. Türkler gerekirse din kavramını, yaşayış tarzını da çağa ve coğrafyaya uydurmasını bilmiş ve bunun yanında kendi kültürünü korumayı da başarmıştır.
Tekrardan Osmanlı’ya dönerken şunu belirtmeliyim ki ne Rönesans ne de Türklerin batılılaşması kesin sınırlar ve tarihler içerisinde belirtilebilir. Zaten İlber Ortaylı’nın dediği gibi “Tarihte keskin dönemeçler ve ani olaylar peynir diliminin ikiye ayrılması gibi olmaz.”
Çöküş dönemine yaklaştıkça yenileşme hareketleri padişah ve bazı üst düzey Osmanlı yöneticileri tarafından planlanıp destekleniyordu lakin ıslahat ve yenileşmeye karşı olanlar da bulunuyordu. Bu iki kesim arasında bir nevi savaş vardı. Yenileşmelere başlandı vak’a tiyatrolar oynandı, matbaa kuruldu lakin Patrona Halil İsyanı çıktı.
Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bizde isyanlar Batıda olduğu gibi “Biz açız! Biz fakiriz! Ekmek isteriz!” diye çıkmaz. Bizdeki isyanların ilginç bir karakteri vardır. Bizim isyanlarımızın sloganları: “Padişah gavur oldu! Sarayda kadınlarla zevk içinde! Orduyu kafirlere benzettiniz! Bunlar Frenk işi!” şeklindedir. Bu gerçekten dikkat edilmesi gereken ve araştırılması gereken bir konudur.
Batılılaşma ve yenileşmenin gerekli olduğunu Genç Osman fark etti ve dillendirdi. Lakin bunu canıyla ödedi. Daha sonra gelen padişahlar ıslahatlara devam edecekler ve III. Selim babasının ıslahatlarla ilgili cesaret edemediğini yapacak, yani Nizam-ı Cedit Ordusu’nu kuracaktır. Bu sefer ise yeniçeri isyanı patlayacak, III. Selim şehit edilecek ve ordunun ıslahatı yine sekteye uğrayacaktır. İleride II. Mahmut bunun intikamını yeniçeri ocağını yok ederek alacaktır. II. Mahmut, orduda ve birçok alanda yenileşmeye ve batılılaşmaya gidecektir ve bazılarının arasında “Gavur Padişah” olarak anılacaktır. Ne kadar acıklı değil mi?
Tanzimat Fermanları, hukuk ve tıp fakültelerinin açılması, maliyenin düzenlenmesi, çağdaş üniversitelerin kurulması, askeri okulların, mühendishanelerin kurulması gibi yenilikler yapılagelecek ve bu iş günlük kılık kıyafetlerin çağdaşlaşmasına kadar sürecektir.
Sonuç olarak, en başta belirttiğim gibi Osmanlı’da batılılaşma ve modernleşme hareketleri ordu ile başlamıştır ve bu gayet makbuldür. Çünkü Osmanlı ve Türk Batılılaşması bir zaruriyattır. Fikri bir ideolojisi bulunmaz. Bizde batılılaşma-modernizasyon, hayatta kalmak ve günün şartlarına ayak uydurmaktır. Türkler ne Bach dinleyerek ne Puşkin okuyarak ne Michelangelo tablolarına bakarak batılılaştılar. Türklerin batılılaşması bir modernizasyon olup savaş ve hayatta kalma mücadelesidir.
Pek tabi buradaki batılılaşma kavramı bir modernizasyon-çağdaşlaşma ve mevcut durumdaki en muasır medeniyeti örnek alma şeklinde anlaşılmalıdır. Bizlerin Şark’a ait olduğu aşikardır fakat burada mesele bilim, ilim ve fen neredeyse onu almaktır. Yani tam anlamıyla “Akılcılık” kavramı bu tanıma uyar. Fenni ilimleri gidip almak neden kötü olsun? Garp’ın fenini, sanatını almak kanımıza dokunuyorsa buyrun bunları üretmek bizim elimizde. Ortaçağ’da Batı neden İbn-i Sina’nın kitabını 400 yıl boyunca okuttu ve Latince’ye 10 defa çevirdi? Fatih Sultan Mehmet’in derdi neydi de Batı’nın coğrafya kitaplarını çevirttiriyordu? Ne derdi vardı da Büyük İskender Tarihi okuyordu? Osmanlı padişahlarının derdi neydi de müzik besteliyorlardı? Kazım Karabekir’in işi gücü yok muydu da rondo besteliyordu? Âli Paşa’nın işi gücü yok muydu da “O zamanın Avrupa Birliğine” Osmanlı’yı resmen katmıştı? Kazım Karabekir’den daha mı Şarklı olduğunu iddaa ediyor aksini düşünenler? Fatih Sultan Mehmet’ten daha mı kendi kültürünüze sahip çıkıyorsunuz? Mehmet Emin Âli Paşa‘dan daha mı Türksünüz? Değilsiniz…
Kapak Görseli: Ertuğrul Süvarı Alayı, 2.Abdülhamit dönemi saray ressamı İtalyan Fausto Zonaro
Yazınızı çok beğendim
Tek kelimeyle harika anlatmışsınız, elinize sağlık
Teşekkür ederim 🙂