Merhaba sevgili dostlarım, bu sonbahar gecikmiş bir umut ve kendi kendimi şifalandırma seansı ile geldim kapınıza. Yazımın gecikmesinden de anlayacağınız üzere yazmak değil ben vefasızmışım ona karşı, anlamış olduk. Yoksa niye ekimde çalacağım kapılarınızı kasımda çalayım?! Neyse yine yüce affınıza sığınarak çoktandır zihnimde dolaşan birkaç meseleyi sizinle paylaşacağım. Gerçi mesele mi tam olarak bilemiyorum çünkü sonuçta meseleleri mesele etmezsek ortada mesele kalmaz değil mi 🙂
Bu sabah erken uyandım, İstanbul’umdan kıymetli misafirlerim var, evdeki her odada yol yorgunluğunu atmak üzere uyuyan birileri var, bütün kızlar toplandık ve ben de biz anaların -ben gerçi anacık sayılırım, daha staj günlerinde sayıyorum kendimi, henüz mazbatamı almış değilim çünkü 🙂 – evin en çok vakit geçirdiğimiz ve en sevdiğim yeri olan mutfaktayım. Eşimle binlerce kere ortak karar almaya çalışıp seçtiğimiz ve fakat aslında onun seçimi olan masayı aldıktan yıllar sonra geçen yıl, o masayı çalışma masalığına terfi ve tayin edip kendime daha sıcak bir mutfak masası almıştım işte bu günleri düşünerek 🙂 Bunları yazmaya koyulmadan önce kendime bir kahve demledim. Belki siz de şimdi bu yazıyı okumaya ara verip bir kahve ısmarlayabilirsiniz kendinize, ne dersiniz a dostlar?! Mutfak masası deyince aklıma geçen ay okuduğum bir kitap geldi* şöyle diyordu bir yerde “Annelik, gece yarısı herkes uyurken mutfakta bir sandalyeye oturup tüm olan biteni düşünmek içindir.” Bu masada öyle bir yer benim için.. Evet hazırsanız, sabahın erken saatinde okuyorsanız ve yeterince uykunuz açılıp ısındıysanız esas mevzulara geçiyorum.
Aslında bu yazının temel konularından biri sonbahar güzellemesi. Ama nasıl güzellemeyelim yani şimdi biz bu güzelim mevsimi. Sarı, yeşil, kırmızı, turuncu, kahve renkleriyle; hem bir uykuya dalışı hem de bir uyanışı müjdeleyici oluşuyla; hüznüyle, sevinciyle onlarca duyguyu barındıran mevsim bence bu bahar. Adı ne kadar son olsa da ilk baharın şifrelerini fısıldıyor adeta kulaklarıma. Her ne kadar hazan mevsimi olduğu düşünülse de ardından gelecek ilk baharın renklerini saklıyor bağrında. Şu an yaşamakta olduğumuz evin balkonundan karşıya bakınca iki katlı, bahçeli, sıra sıra dizilmiş evler görüyoruz; bahçelerinde mevsimine göre güzelliklerini saçan ağaçlar çiçekler… Ve alabildiğince gökyüzü… Buraya nisan ayında taşındığımızda karşıda görünen ilk evin, demirden bir çiti vardı ve bahçe net görülüyordu kendini çiçeklerle donatmaya hazırlanırken. Sonra her gün bir taze yaprak belirdi çitin üzerinde ve sonunda yeşil yapraklardan mütevellit bir duvar oldu o çit. Demirin bütün soğukluğunu ve çirkinliğini örttü bahar. Her gün izledim artışını yaprakların. Şimdilerde de önce kızarıp sonra sararıp dökülen ve bahçeyi terk eden renkleri izliyorum hiç ümidimi yitirmeden, varsın demir çıplak kalsın, biliyorum yeniden fışkıracak köklerinden o bahar yeniden tomurcuklanacak neşe yüreğimizde… Ve Kasım anamın ilk evladı olarak doğduğum, amcamın adımı dördüncü koyduğu ay… Adımı seviyorum lakin bir insanın adını niye amcası koyar hiç anlamıyorum bu sıralar. Amcam çoktandır yüreğimden bir yaprak gibi döküldüğünden belki. Ve evet, bence de Kasım’da aşk başkadır, katılıyorum ama çok klişe diye her yerde söyleyemiyorum 🙂 aramızda kalsın olur mu?! Sonbahara ve Kasım’a dair son sözüm şairin** dediğidir:
Yeryüzü bana mescit kılındı
Ant verdim toprak şahit tutuldu
Her sabah her öğle her akşam
İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak
Seslerden bir sesle fırınlanıp
Sulardan polatlanan benim.
Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi
Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini.
Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı
Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde.
Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde
Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım
Kudüs’te Mescid-i Aksa’da
Belki bir batı karanlığında Topkapı’da
Yangına uğramışsa
Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini
Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini
Çün defterler açılıp hesap soruldukta
Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta
Milletim omuz omuza verip
Kıyama duruldukta.
Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini
Sabırla söküyorum bu tarih gecesini.
Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım
Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi
Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi
Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası
Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası
Can pazarında Azerbeycan’da
Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne
“Kurban olayım ayına ayına yıldızına”
Bir ucundan dünyanın öbür ucuna
Kan olup dolaşan damarlarımda
Arabistan’da Pakistan’da Türkistan’da
Şu anda
İran’da Afganistan’da.
Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini
Delecek elbet yangına uğramış gözlerim
İçimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi
Sağdan sola kavisler çizerek
Ak bir kağıt üstüne dolaşır gibi
Dolaşan Asya’yı Afrika’yı Amerika’yı
Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa’nın
Avrupa’nın Rusya’nın.
“Yememiştir hiç kimse
Elinin emeğinden daha hayırlısını”
diyerek
Şafak gibi alınlara terle yazılmış
Hakkın mutlak ölçüsünü
Elbet benim işçilerim çekecek
Emeğin kutsal direğine.
O ışık ki düşer bir zenci yüreğine
Birden aydınlık kazanır zulme uğramış bütün yürekler
Onulmaz Hint ağrısına tükenmez Çin sancısına
İsyanın Macarcası’na ezilmenin Çekoslavakcası’na
Yanmanın Polonyacası’na direnmenin Vietnamcası’na
Gerillanın arapçası’na
Yetişecek elbet benim müjdeci sesim.
Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran
Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi
Sürüp gelen çağlardan çağlara
Renk veren tarihe yeşil çağlayan
Savaşçı yüreğinden savaşçı yüreğine
Cezayir’den Senegal’den
Yüreğimin içine Boğaziçi’ne
Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne.
Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım
Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun
İnsan barışa dursun selama dursun zaman
Sabır savaş zafer. Adım: MÜSLÜMAN.
1975’te Ankara’da yazmış şair ben de size okudum sayınız 2020’de..
Gelgelim neşfliş mevzusuna. Herkesçe malum tartışmaların odağındaki bu sosyal medya şeysini önceden de bilmekle beraber pandemi döneminde daha çok kullanmaya başladık sanki. Ben abone değilim ama sağ olsun şifresini paylaşan kardeşim sayesinde, bizim evin minik faresinin de imkan verdiği ölçüde ara ara kafa dağıtıyorum. Geçen ay izlediğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Ben pek sevdim belki siz de izler seversiniz. İsmi Edebiyat ve Patates Turtası Derneği. Neşfliş şöyle bilgi vermiş film hakkında: Londralı bir yazar, Guernsey halkının 2. Dünya Savaşı’nda Alman işgali sırasında kurduğu kitap kulübü hakkında bilgi toplarken kentin renkli sakinleriyle bir bağ kurar. Şimdi birkaç şey daha söylemek istiyorum ama spoiler oluyormuş ve spoiler denen şeyi genelde sevmiyorsunuz o yüzden kendimi tutup sizi çok cici bir filmin kollarına bırakıyorum, buraya kadar okuma sabrı gösteren sevgili dostlar. Benim filmdeki en dikkatimi çeken ve beni düşünceden düşünceye salan birkaç tanecik cümlesini de paylaşmadan edemiyciim: “Savaş bizim için devam ediyor. Özellikle Amelia için. Elizabeth eve dönene kadar bitmesini beklemiyorum. Kit annesiyle oluncaya kadar…” İyi seyirler olsun..
*Ceylan Taş-Eyvahlar Olsun
**Erdem Bayazıt-Sürüp Gelen Çağlardan
Sitenizi takip ediyorum ve çok eğleniyorum. Teşekkür ederim