Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev kitabını elime ilk aldığımda aklımda çok farklı önyargılar vardı. Bir kitabı okumadan önce, kitabın ismi ve aklımda oluşturduğu mana ile birlikte içeriğini düşünürüm. Bu kitap için de aynısını yaptım ve hiç de düşündüğüm gibi olmadığını gördüm.
Bu kitapçık asıl olarak 1749’da Dijon Akademisi’nin ödüllü sorusu üzerine yazılmış ve J.J.Rousseau’ya hem yarışmayı kazandırmış hem de tanınmasını sağlamıştır. Soru ise şu şekildedir: “Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın düzelmesine yardım etmiş midir?”
J. J. Rousseau’nun cevabı “hayır”dır. Hem de katmerli bir hayır.
Rousseau, bilimin ve sanatın insanları boş uğraşlara yönelttiğini ve erdem kavramını bitirdiğini söylüyor. Bilimin artması ve sanatın çoğalmasıyla yöneticilerin, askerlerin erdemlerini yitirmesi ve ahlaklarının bozulmasına sebep olduğunu anlatıyor. Bu yüzden bozgun ve yenilgilere uğranıldığından bahsediyor.
Hatta bir yerde “…bize birçok bilim öğrettiniz, yüksek bilgilere ulaştırdınız ama bütün bunların hiçbirini bize öğretmemiş olsaydınız yeryüzünde daha az mı kalabalık olacaktık? Daha kötü mü yönetilecektik? Daha az güçlü, daha az sağlıklı, daha az ahlaklı mı olacaktık?” şeklinde düşüncelerini belirtiyor.
Dediğim gibi Rousseau, bilim ve ahlakın erdemi azalttığını ve ahlakı bozduğunu söylüyor ve buna dayanak olarak askerlerin o zaman içerisindeki erdemsizliğini gösteriyor ve medeniyetleri bu yüzden ayakta tutamadıklarından bahsediyor. Karşı örnek olarak da Doğu toplumlarının galibiyetlerini gösteriyor. Hatta Osmanlı’da matbaanın yıkılmasını bile kendi düşüncelerine dayanak gösteriyor ve Osmanlı’nın iyi bir iş yaptığını söylüyor. Bilim ve sanatın, askeri sınıfı ve yöneticileri “askeri düşünce, yurt sevgisi, medeniyetin devamı” gibi düşüncelerden alıkoyacağını belirtiyor. Yani bu, günümüzün bakış açısıyla mantıksız olsa bile o zamanın Avrupa’sının ahlaki durumuna karşı bir tepki olarak görülebilir ve zamanının bu konuya ait muhalefetinin izlerini bize gösterebilir. Zaten Rousseau da bunu söylüyor ve “düzgün askerler yerine her taraf filozoflarla doldu” diyor. Montaigne’den alıntı yapıyor: “Savaşa hazırlayan düzende bilimle uğraşmak yüreklere dirlik ve sağlık vermekten çok, onları yumuşatıp kadınlaştırıyor”. Bu düşüncelerin günümüzde artık bir geçerliliği olmadığı açık olsa bile bunları tamamen saçmalık diye okumamak saçmalığın kendisi olsa gerek. Devletlerin çöküş dönemlerinde sanatın arttığını söyleyenlerin sayısı bir hayli fazladır. Hatta bu düşünceler benim aklıma şu ünlü sözü getiriyor: “Birinci kuşak kurar, ikinci kuşak yönetir, üçüncü kuşak sanat tarihi okur.”
Fizik, kimya ve doğa bilimleri gibi bir çok şeyi öğrenmeye çalışmanın yanında kendilerinin ne dillerini bildiklerini ne doğruyu yanlıştan ayırt etmesini bildiklerini ne de mertliği, hakseverliği, fedakarlığı, insanlığı, yiğitliği bildiklerini söylüyor.
Bütün kötülükler, bilim ve sanat değerlerinin yükselmesi ve ahlak değerlerinin alçalmasıyla insanlar arasına giren eşitsizlikten kaynaklı olduğunu belirtiyor.
Hatta ve hatta diyor ki: “Fizikçilerimiz, matematikçilerimiz, kimyacılarımız, şairlerimiz, müzikçilerimiz, ressamlarımız var; ama değerli yurttaşlarımız yok.”
Bir yandan katmerli bir şekilde bilim ve sanatın ahlakı çökerttiğini ve bu yüzden bütün kötülüklerin var olduğunu söylüyorken diğer yandan özetle herkes bilim yapmamalı, az ama öz insanlar yapmalı diyor. Yani Rousseau bilimi kötülemekten daha çok erdemin önemini savunuyor. Bir satırı okurken tamamen bilimden uzaklaşmak gerektiğini anlıyorken bir başka satırda bilimin yanında erdemi savunduğunu görüyorsunuz. Bu çelişkiler biraz aklınızı karıştırıyor. Zaten kendisi “İtiraflar” kitabında bu yazısı hakkında şöyle diyecektir: “Kalemimden çıkmış olanlar arasında düşünce düzeni bakımından en zayıf ve uyum bakımından en zavallı olanı budur.”
Aslında şimdi bulunduğumuz dönemde Batı’nın dünyaya söz geçirmesi bizzat bilim ile değil de başka ne ile olmuştur ki?
Ama insan düşünmeden edemiyor, bir cevap ne kadar önemli olabilir? Bence buna çok güzel bir örnek. Bu cevap biraz zıt bir düşünce barındırsa bile birçoklarının düşüncesini değiştirmiş ve olaya daha eleştirisel bakmalarını sağlamıştır zannediyorum. Belki de bunun gibi cevaplar sonucu bilimi ve sanatı ihtiyaçları doğrultusunda geliştirmeye devam eden Batı bugün bu durumda. Ve J. J. Rousseau’nun 18. Yüzyılda erdem, ahlak, mertlik gibi duyguları överken örnek gösterdiği Doğu ise bu halde. Erdem, ahlak buralardan uçtu gitti ama bilim oralarda kaldı.
Akademide sorulan bu soruya çoğunlukla evet cevabı geleceği aşikar olduğu halde günümüzde hala J. J. Rousseau ile aynı cevabı verecek düşünürlerin olmayacağı iddia edilemez. Ben ise bu kitaptan bir evet veya hayır cevabından çok farklı bir düşünce tarzı kazandığımı söyleyebilirim.
Asıl ismi “Discours sur les sciences et les arts” olan bu kitabı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nin otuz ikinci baskısından okudum. Çeviri gayet güzeldi. Bu kısa söylevi okumanızı tavsiye ederim.