Anadolu köyleri ekseriyetle kuraktır. Köyün tam ortasından geçen nehir kurumuştur. Nehrin taşkın olduğu zamanlarda yapılan köprü yıkılmaya yüz tutmuştur. İşte o köylerden birinde bir adam ve bir kadın yaşamaktadır. Oturdukları ev, birkaç koyun, biraz tavuk ve doksan model Toros otomobilden başkaca da bir şeyleri yoktur. Hiç çocuklarının olmaması istisna da olsa Anadolu köylerinde orta halli bir hanenin durumu bu şekildedir.
Bahsi geçen şirin ailenin size anlatacağı çok hikâye var. Ama anlatılan hepimizin hikâyesi olsun diye bu aileye özgü şeyleri anlatmak istemiyorum. Siz değerli okurlara bu evin beyinin, bir gününden kesiti kendi bakış açımdan sunmak istiyorum. Bahsi geçen köyümüz kasabaya bir hayli uzak. Bilenler bilir, bu köylerde maddi olarak külfetli olduğundan ve köyde yapılacak işlerin fazla oluşundan ötürü ihtiyaçlar için şehre sürekli gidilmez. Genellikle şehre haftada bir kez gidilir. Ve giderken de komşuların da ısmarladıkları şeyler alınır. Bu köyde şehirden alınması istenen şeylerin tümüne ısmariş denilir. Şehre biri gidecekse ısmariş verilir. Sözü daha da dolandırmadan gelin sizinle birlikte doksan model Torosla şehre gidelim.
O Toros haftada bir defa şehre gider. Evin hanımı öteberiden ne eksikse onu yazar kâğıda. Kâğıdı alan adam yola revan olur. Dağları, ovaları dolanır, aşar. Şırıl şırıl akan çeşmelerde mola verir. Yol üstündeki köylerde onu bekleyen akrabalarını yoklar. Yokladığı her hane eline bir miktar para ve bir parça kâğıt tutuşturur. Adam yola devam eder. Toros’a bindiği gibi -tarlaya gide gele nasırlaşmış elleriyle- direksiyonu kavraması bir olur. Aceleyle çalıştırır motoru. Frendeki ayağını usulca çekip gaza basar. Ve sanki gerisin geriye gidecekmiş gibi arabayı iki metre kadar geriye kaçırıp, sert bir gaz hamlesiyle yola çıkar.
Şehre varıncaya kadar birçok tehlike atlatır adam. Toros’un camı kanatlı haşerelerin çarpmasıyla kirlenir. Çamurlukları çamur bağlar. Çakıllar tekerin oyuklarına girer. Yorucu ve heyecanlı yolculuk sonrasında adam şehre varır. Zafer kazanmış bir komutan edasıyla, gururla Toros’tan iner. İner inmez ona zaferi tattıran Toros’una -komutanın atına baktığı gibi- gururla ve sevgiyle bakar.
Cebindeki kağıtları yoklar, parasını sayar. Her zaman gittiği yerlere uğrar. İlk iş olarak kolonya ve küp şeker alır. Sonra sırasıyla her zaman gittiği dükkanları dolaşır. Ona verilen kâğıtta yazan şeyleri tamam eder. Ellerindeki ağırlık dişe dokunur bir yük oluşturduğunda onları bagaja koymayı akıl eder. Yüklerinden kurtulduktan sonra alışverişten arta kalan parayı en iyi şekilde değerlendirmek için aklında hiç olmayan dükkanların önünden geçer. Nalburun önünde sergilenen yeni tip çapalara el sürer. Almayı düşünür ama vazgeçer. Birçok dükkânın önünden geçip onlarca şeye el sürdükten sonra hiçbir şey alamadığını fark eder. Hiçbir şey elinde kalan paranın değerini en iyi şekilde gösterecek kadar iyi değildir. Yeni bir kazma alsa eskiyecek, çok hoşuna giden bir süs eşyası alsa daha evine dönmeden heyecanını yitirecektir. Sahip olunan her şey o şeye sahip olana kadar güzeldir.
Adam bu düşüncelerle dolana dursun, karşıdan tanıdık iki yüz görür. Komşu köyden bacanağı Hüsamettin ile onun afacan oğlu Ahmet sevinçle karşıdan ona doğru yürümektedir. Hüsamettin’e nazı geçtiği için Ahmet’e ufak bir oyun oynamak ister. Atkısıyla yüzünü iyice kapattıktan sonra Ahmet’in önüne geçer ve çok mutsuzum, of! Her şey çok kötü diye söylenip ağlamaklı bir rol oynar. Çocuk kendinden beklenmeyen bir çeviklikle elindeki şekeri uzattığı gibi bir de ağzını yaya yaya gülümser. Adam şekeri aldığı gibi hoplamaya başlar.
“Bak baba şeker alıp da mutsuz olan olur mu hiç?” diye yarım ağızla konuşur Ahmet. Ahmet’in bu beklenmedik davranışı adamın çok hoşuna gider. Kendini küçük Ahmet’e tanıtır ve şekerini iade eder. Üçü birlikte kahkaha atmaya başlarlar. Biraz daha lafladıktan sonra veda eder Hüsamettin’e ve onun büyümüş de küçülmüş olan oğlu Ahmet’e.
Adamın keyfi artık yerine gelmiştir. Hem sevdiği bir dostunu görmüş hem de ne alacağına karar vermiştir. Artık aklında ne süs eşyaları ne yeni kazma hiçbir şey kalmamıştır. Sevgiyi ve heyecanı yanında götürmeye karar verir. Elinde kalan son parayla şeker ve oyuncak alacaktır. Aldığı şeker ve oyuncakları yol üzerinde gördüğü, bildiği çocuklara dağıtacaktır.
Küçükken almayı en çok istediği oyuncak ve şekerlerden alır. Yola koyulur ve yol üzerinde gördüğü bütün afacanlara dağıtır. Her birinin yüzünde beliren tarifi imkânsız gülümsemeyi aklına iyice kazır. Eve vardığında hanımı artan parayı nasıl değerlendirdiğini sorar ve aldığı cevap karşısında hayli şaşırıp biraz da istihza ile “ne iyi etmişsin koca bebek” deyiverir. Adam, aklında hala çocukların gülüşü basar kahkahayı. “Yaşlandık hanım, yaşlandık artık. Nefsimin hoşuna giden şeyler beni gerçekten mutlu etmeye yetmiyor. Mutlu olmak için çevremdeki insanların da mutlu olmasını istiyorum.” diye de ekler. Bir sonraki haftaya kadar bol bol sevgi depolamanın verdiği huzurla birbirlerine sarılırlar.
Yasin bey bu harika hikaye için çok teşekkürler bence en kıymetli cümle “Mutlu olmak için çevremdeki insanların da mutlu olmasını istiyorum” insanlar belli bir olgunluğa eriştikten sonra sadece kendilerinikini değil etrafındakilerin de mutlu olmasını bekliyor ve bunun için çalışıyor. Çok sağolun:)
Katkınız ve bu güzel yorumunuz için teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim. Hepimiz insan olarak doğuyoruz, keşke insan kalabilsek. İnsan kalabilmenin çok zor olduğunu ama bunun için çabalamanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Aslında mutluluğun asıl kaynağı bu çabada gizli gibi. Siz de sağ olun Murat Bey. 🙂
Güzel olmuş. Bana ilkokulda çizdiğimiz ortasından dere akan, derenin üstünde bir köprü olan, arka tarafta tepeleri, ön tarafta çimenleri, tepelerin arkasında güneşi olan köy resimlerini hatırlattı. Hatta bazen uçurtma da olurdu. Lakin insan ve hayvan çizer miydim şimdi hatırıma gelmedi. Elinize sağlık.
Samimi ve güzel yorumunuz için teşekkür ederim kıymetli okur. Beğenmenize çok sevindim.